İzmir Marşı

2024
SesVerSus A capella
İzmir Marşı
Producer: Oğuz Mutlu GÜVEN
Number of discs: 1

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Silah Arkadaşları ve Tüm Aziz Şehitlerimizi Rahmet, Minnet ve Hasretle
Anıyoruz.
Dostlarınızla birlikte paylaşmayı, beğenmeyi ve abone olmayı unutmayınız

-İzmir Marşı Sözleri-

İzmir’in dağlarında çiçekler açar
İzmir’in dağlarında çiçekler açar
Altın güneş orda sırmalar saçar
Altın güneş orda sırmalar saçar

Bozulmuş düşmanlar yel gibi kaçar
Bozulmuş düşmanlar yel gibi kaçar
Yaşa Mustafa Kemal Paşa! Yaşa!
Adın yazılacak mücevher taşa
Yaşa Mustafa Kemal Paşa! Yaşa!
Adın yazılacak mücevher taşa

İzmir’in dağlarında oturdum kaldım
İzmir’in dağlarında oturdum kaldım
Şehit olanları deftere yazdım
Şehit olanları deftere yazdım
Öksüz yavruları bağrıma bastım
Öksüz yavruları bağrıma bastım

Klipte Canlandırılan Kahramanlar
HASAN TAHSİN

İzmir’e 15 Mayıs 1919’da çıkartma yapan ve seçkin askerlerden oluşan Yunan Efzon Alayı işgal askerine, Kordonboyu’ndan ilk kurşunu sıkarak Türk direnişini başlatan yazar ve gazeteci Hasan Tahsin

Hasan Tahsin, Yunan ordularının İzmir’i işgali başladığı sıralarda silahını çekip ateşleyerek en öndeki Yunan bayraktarını başından vurmuş ve Kurtuluş Savaşı’nın ilk kurşununu atmıştı. 31 yaşındaki Tahsin, ‘ilk kurşun’u attığı yerde şehit edildi.

1973 Yılında anısına İzmir Konak Meydanı’nda “İlk Kurşun Anıtı” dikildi.

Hasan Tahsin, ilköğretimine Selanik’te bulunan ve Mustafa Kemal Atatürk’ün de eğitim aldığı Şemsi Efendi Okulu’nda başladı. Daha sonra Selanik Feyziye Mektebi’ni bitiren Hasan Tahsin, bu okulun ardından İttihat ve Terakki tarafından burslu olarak Paris Sorbonne Üniversitesi’nde siyasal bilimler öğrenimi gördü.

Tümgeneral Doktor Mazlum Boysan ile birlikte kalan Hasan Tahsin, öğrenim gördüğü esnada Trablusgarp’ı işgal eden İtalya’yı protesto etmek için, Mısırlı öğrenci lideri Şeyh Dayef ile birlikte mitingler düzenledi.

Paris’te İttihat ve Terakki Fırkası’nda ve Teşkilat-ı Mahsusa’da görev alan Hasan Tahsin, İstanbul’a döndükten sonra, Osmanlı Devleti aleyhine Balkanları karıştıran İngiliz istihbarat teşkilatı adına çalışan Buxton kardeşlerin bu faaliyetlerini önlemekle görevlendirildi.

1918’de İzmir’e yerleşen ve ‘Hatıra’ isimli bir şirket kuran Hasan Tahsin, Osmanlı Sulh ve Selamet Cemiyeti’nin sözcülüğünü yapan Hukuk-u Beşer (İnsan Hakları) gazetesini yayımlamaya başladı. Gazetedeki yazılarında ise ‘Vatanperver Hasan Tahsin’ lakabını kullanan Tahsin, yazdığı yazılarla aynı zamanda Türkiye’de kadın haklarının savunuculuğunu yapan ilk erkekti.

14 Mayıs’ı 15 Mayıs’a bağlayan gece binlerce İzmirli, eski Musevi mezarlığında (Maşatlık meydanı) toplanmıştı. Bu esnada İngiliz, Fransız, Amerikalı, İtalyan ve Yunan zırhlıları İzmir Körfezi’nde bulunuyordu. Kalabalığa hitap eden önemli bir isim, o zamanın Belediye Başkanı Hacı Hasan Paşa’ydı. Belediye Başkanının yanı sıra topluluğa hitap eden bir diğer önemli isim ise Hukuk-u Beşer gazetesinin başyazarı olan Hasan Tahsin’di. Halkı direnmeye çağırıyorlardı.

Yunan askerlerinin İzmir’de karaya basacakları gün, Hasan Tahsin, yanında bulunan revolver ile düşmana ilk ateşi açtı. Daha sonra ise yanında fazla yandaşı olmayan Tahsin, Yunan alayı tarafından açılan ateş ve ardından süngüleme sonucunda, 31 yaşında yaşama veda etti.

Hasan Tahsin’in işgal askerlerine sıktığı ilk kurşun, Türk Kurtuluş mücadelesinde diğer yerlere de sıçradı. Aydın ve Balıkesir’de işgale karşı direniş başladı. Hatta Çerkez Ethem, Yunan işgaline karşı efeleri toparladığı gün, Demirci Mehmet Efe ayağa kalkarak; “Bir genç düşmana ilk kurşunu sıkmış, bundan sonrası bize düşer!” demiştir.

KARA FATMA (FATMA SEHER ERDEN)

Milli Mücadele kahraman kadınlarından (D. 1888, Erzurum – Ö. Erzurum, 1955). Aslen Malatya / Aladağlı olup Yusuf Ağa’nın kızıdır. Gerçek adı Fatma Seher Erden’dir. Subay olan Suat Derviş Bey ile evlenmiş ve Balkan Savaşı (1912-13)’na katılmıştı Bu savaşta eşi ile Edirne’de Yanık Kışla’da bulundu. Daha sonra ailesinden on kadar kadını örgütleyerek Birinci

Dünya Savaşı (1914-18)’na katıldı. Kafkas Cephesi’nde çarpışan eşi Sarıkamış’ta şehit düşünce Erzurum’a döndü. Erzurum’da bir süre kalan Fatma Seher Hanım, Sivas Kongresi’nde bulunan Mustafa Kemal Paşa ile görüşüp görev aldı. Mustafa Kemal’in verdiği sanla “Kara Fatma” olarak anılır oldu..

İstanbul’a dönen Kara Fatma, on beş kadar vatansever genci etrafında toplayarak Kocaeli’ne geçti. Köylerde durumu asla belli etmeden tam bir teşkilat kurmayı başarısıyla Geyve’de cephe tuttu. Halit Beyin komutasında bir yıl çalıştı. Bu sırada bir çarpışmada ilk kez yaralandı. Bağlı olduğu birlik kaldırılınca da orduya çavuş rütbesiyle girdi. Milis Müfreze Komutanı olarak Batı Cephesi’nde görevlendirildi. 300 kişiyi aşkın birliği ile Başkomutanlık Meydan Muharebesi (30 Ağustos 1922)’nde Mehmetçikle birlikte, düşmanı ülkeden çıkarma yolunda destanlar yazdırdı.

Memleketin kara günlerinde, bütün kadınlığı gönülden temsil eden, vatan için, bağımsızlık için dövüşen ve adı sık sık gündeme gelen Kara Fatma, ülkesinin endişeli günlerimizin sayılı kahramanlarından, kadınlarından en saygıya değer olanlarından biridir. Büyük Taarruz’un ilk günlerinde General Trikupis’in birliğine esir düşmüşse de, kaçarak yeniden müfrezesinin başına geçmişti.

Kara Fatma, 26-27 Ağustos 1921 tarihli 193 sayılı Liva tamimi ile kahramanlıkları açıkça takdir edilerek, başka birliklere de örnek gösterilmiştir. Bu çalışmalarından dolayı çavuşluk rütbesini aldı. 1922 yılında Ankara’ya davet edilerek bir atış yarışmasında birinci gelmiş, bu nedenle de kendisine teğmen rütbesi verildi. Milli Mücadeleden sonra üsteğmen rütbesi ile emekli edildi. Ancak emekli maaşını Kızılay’a bağışlamıştı. Son yıllarını, yetim torunları ile birlikte yoksulluk içinde geçirirken 1954 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kendisine yeni bir aylık maaş belirledi.

Kara Fatma; zayıf, orta boylu ve esmer bir hanımdı, gözleri ve kaşları siyahtı. Elbisesi, erkek elbiselerinin hemen hemen aynısıdır. Entari yerine geniş bir şalvar, ceket yerine ise “sarka” denilen bir tür cepken giyerdi. Milli Mücadele döneminin birçok erkek kahramanı kadar ün yapmış ve bunu da hak edecek kadar, hatta daha fazla hizmetler vermişti.

ŞERİFE BACI

Milli Mücadele kadın milislerinden, milli kahraman (D.?,  Seydiler / Kastamonu – Ö. Aralık 1921, Seydiler / Kastamonu). Milli Mücadele döneminde eli silah tutanların cephede olduğu

sıralarda, İnebolu’ya çıkarılan silah ve cephanenin, Kastamonu üzerinden Ankara’ya ulaştırılmasında yaşlı erkeklerle kadınların da insanüstü çalışmaları olmuştur. Tarihe geçen bu insanlarımızdan biri de Seydilerli, İnebolu’dan Kastamonu’ya cephane taşırken, donarak şehit olan Şerife Bacı’dır. Şerife Bacı, 1921 Aralık ayının çetin kış koşullarının hüküm sürdüğü günlerde; Kastamonu Kışlası önünde, sırtında çocuğu, önünde kağnısı ile cephane taşırken mermileri ve çocuğunu korumak uğruna donarak ölmüştü.

On altı yaşında evlendirilmiş bir köylü kadınıydı ve öldüğünde 20’li yaşlarının başlarındaydı Şerife Bacı. Düğünden iki ay sonra Harbi Umumi (Birinci Dünya Savaşı) patlak verince kocasını askere almışlardı. Altı ay sonra da Çanakkale’den eşinin ölüm haberi geldi. “Bu tazeliğiyle yapayalnız durması yakışık almaz” diyen köyün yaşlıları, onu gazilerden Topal Yusuf ile evlendirdiler.

Üç yıl sonra Şerife Gelin’in bir kızı oldu Topal Yusuf’tan. Küçük kıza Elif adını verdiler. Elif anasını emiyor, o emdikçe Şerife Gelin’nin sütü artıyordu. Bunu fırsat bilen komşular, o günlerin salgın hastalıkları yüzünden anası ölen, yetim kalan, süt ememeyen hangi çocuk varsa, Şerife Gelin’e getiriyorlar; köyün yetimlerini hep o emziriyordu. Belki de bunlar yaşadığı çileli günlerin doğal bir yansımasıydı. Sonuç olarak bu köyde yetimlerin tamamı sütkardeşi, Şerife Gelin de onların sütanası olmuştu…

Evdeki işlerle birlikte, merkeple dağdan odun getirmek, orakla ekin biçmek, döğen sürmek gibi dışarı işlerini de Şerife Gelin yapardı. Kocası Topal Yusuf’un sadece adı vardı. Savaşta sol bacağı kopmuş, yakınında patlayan bomba bir gözünü de kör etmişti. Kulaklarının duyması ise günden güne azalıyordu. Bu haliyle onun iş yapması zaten olanaklı değildi. Günlük işlerini ve hizmetini de Şerife Gelin görüyordu…

Bir akşamüstü köyde tellalın sesi duyuldu: “Eyyyyy ahali! Duyduk duymadık demeyin. Cuma günü her haneden bir kağnı, İnebolu’ya yük taşımak üzere gidecektir…”

O akşam Muhtar köy odasında şu açıklamayı yaptı: “Ankara’da açılan yeni Meclis ve kurulan hükümet, Anadolu’ya saldıran Yunan askerine son darbeyi vurabilmek için kış boyunca hazırlık yapıyormuş. Kulakları çınlasın, iki ay kadar önce köyümüze gelen M. Âkif Bey, camimizde verdiği vaazda; “Bu milletin hayat hakkı ve varlığını sürdürme konusunda üstünüze bir görev düşerse, yerine getirmekte aslâ tereddüt etmeyiniz. Vatana sahiplenmek için gerekirse her birimiz, toprağın koynuna girmeye aday olabilmeliyiz ki, bu vatan bizimdir diyebilelim.’ Komşular; sizin anlayacağınız, deniz yoluyla İnebolu’ya getirilen cephane ve top mermilerinin cepheye taşınması için bütün çevre köylere görev verilmiş. Adına ister imece, ister salma, ister başka bir şey deyiniz; bu taşıma işi muhakkak yapılacaktır.”

Muhtar, konuşmasını hazırladığı listeyi okuyarak tamamladı. Herkes birbirinin yüzüne “Burada kimler yok?” der gibi baktı. Toplantıda sekiz kişi yoktu. Bunlar yerine de zaten kadın ya da çocuk yaşta gençler gidecekti. O akşam köy bekçisi sekiz kişinin evini dolaşıp yola ne zaman ve nasıl çıkılacağını bildirdi. Şerife Gelin de bunlar içerisindeydi.

Tarih, 1921 yılının Aralık ayını gösteriyordu. Birdenbire bastıran kar yolları kaplamıştı. Sıra ile cephaneler yüklendi. Yüklemesi yapılan kağnı yola çıkıyordu. Şerife Gelin, köyde bakacak kimsesi olmadığı için bebeği Elif’i de yanına almıştı. Kağnısına top mermileri yüklendi, yol verildi. Şerife Gelin, İnebolu çıkışında kağnıyı durdurdu. Oraya kadar sırtında taşıdığı kızı Elif için top mermilerinin arasında bir yer ayarladı. Tek korunma aracı olan yün yorganını da top mermilerini ve kızını yağıştan korusun diye, üzerlerine örttü. Sonra yine kağnı başına geçip “Bismillah” diyerek öküzleri çekmeye başladı. Bu halde epeyce yol aldıktan sonra kağnı birden durdu. Şerife Gelin’in yüreciğindeki yara deşilmişti; evet, kara öküz yürümüyordu. Şerife Gelin öküzün ipine asıldı; hayır, gelmiyordu. Kara öküz biraz yürüyüp tekrar durdu. Bir saat kadar önce yağan kar kesilmiş, ama hava soğumaya başlamıştı… Şerife Gelin; “Kurbanın olayım kara tosun, beni perişan etme. Arabam top mermisi dolu, cepheye yetişmesi gerek. Haydi n’olur yürü. Haydi n’olur…” Kara öküz az daha yürüyüp boynunu eğdi; sonra olduğu yere yığılı verdi.

Kaç kez kara öküz yatmış, kaç kez boyunduruğu Şerife Gelin göğüslemiş, sayısını unutmuştu. Ne kadar yol aldığını ise hiç bilmiyordu. Şerife Gelin’in karnı açtı, nedense bir uyku da bastırmıştı. Biricik Elif’i aklına geldi. Doğal ki onun da karnı zil çalıyordu. “Elif’imi azıcık emzirebilseydim” dedi. Ama Elif uyuyordu, zaten uyansa da bu soğuk havada çocuk emzirilemezdi. Kendi kendine: “Elif uyanmadan Kastamonu’ya varabilseydim bari”, dedi. Şerife Gelin, donmakta olduğunu işte o anda fark etti. Yıkıldığı kar içerisinden çabalayarak kalktıktan sonra, yine zor bela kağnının üzerine çıkabildi. Elleri ve ayakları donma noktasına geldiği için kağnıya binerken kaç kez kayıp yere düştüğünün sayısını bilemiyordu. Elif çatlayacak gibi ağlarken, Şerife gelinin kolu kanadı devinimsiz kaldı. Kağnı sesleri bir mayın gibi, kentin dışındaki Kastamonu kışlasının yakınına kadar gelip orada durdu!..

Şimdi İnebolu sahilinde, Kastamonu yolunun başladığı yerde Arnavut kaldırımı döşeli bir parkın içindeki Şehit Şerife Bacı Anıtı durmaktadır. Anıtın plâketinde, bu anıtın Şerife Bacı’nın anısını yaşatmak için 2001 yılında dikildiği belirtilmektedir. Şehit Şerife Bacı adı Kastamonu’ya bağlı Seydiler’de, İnebolu’da Kurtuluş Savaşı’nın kadın kahramanlarını simgelemektedir.

YÖRÜK ALİ EFE

Yörük Ali Efe veya (Soyadı Kanunu’ndan sonra) Ali Efe Yörük (d. 1895, Sultanhisar – ö. 23 Eylül 1951, Bursa), Türk Kurtuluş Savaşı sırasında 16 Haziran 1919’da Malgaç Baskını ile

düşmana ilk darbeyi vurmak suretiyle Aydın yöresinde düşman kuvvetlerinin ilerlemesini durdurmuş olan efe. Babası Sarıtekeli aşiretinden İbrahim oğlu Abdi, annesi yine Yörüklerin Atmaca Aşireti’nden Fatma’dır.

19 yaşına geldiğinde, Aydın dağlarında dolaşan Alanyalı Molla Ahmet Efe’nin grubuna katılmak istedi. Ağır bir sınavdan geçirilerek gruba alındı. Kısa zamanda Efe’nin ve tüm zeybeklerin güven ve sevgisini kazanarak grupta ikinci adam konumuna yükseldi. Alanyalı Molla Ahmet Efe’nin Bozdoğan Kavaklıdere baskınında ölmesi üzerine Yörük Ali Efe olarak grubun başına geçti.

Dört yıldan fazla dağlarda dolaştı. Bu süre içinde daima ezilenin, mağdur edilenin, güçsüzün yanında oldu. Haklı olarak halk tarafından sevildi, itibar ve destek gördü.

1919 senesinde grubu ile birlikte dağdan indi. O sıralar Yunan Ordusu İzmir’in ardından Aydın ve Nazilli’yi de işgal etmişti.

Yörük Ali Efe, Kıllıoğlu Hüseyin Efe ve bazı arkadaşları ile birlikte Aydın ilinin Çine ilçesi Yağcılar köyünde toplanarak 16 Haziran 1919 tarihinde Sultanhisar ve Atça arasındaki Malgaç deresinin üstünden geçen Malgaç demiryolu köprüsü yanındaki Yunan karakoluna baskın yaptı. Baskın sonunda karakol tümüyle imha edildi, cephane ve erzaklar ele geçirildi. Bu baskın Batı ve Güney Anadolu’da düzenli, bilinçli ve millî şuurla işgalcilere yapılan ilk baskın olarak kabul edilmektedir. Bu önemli başarı halka ümit ve cesaret vererek, düşmanın yurttan atılabileceğine olan inancını arttırarak Yörük Ali Efe’nin liderliğini perçinledi. Yunan Ordusu ise beklemediği bu baskın karşısında paniğe kapılarak Nazilli’deki kuvvetlerini yakıp yıkarak Aydın istikametine geri çekti.

Daha sonra 7. Tümen kumandanı Miralay Şefik Aker’in başkanlığında kurulan halk meclisinde oy birliğince alınan karar uyarınca Yörük Ali Efe’ye Aydın’ın kurtarılması emredildi. Emrindeki kuvvetlerle birlikte Aydın’ı geri aldı. Ancak takviye kuvvetlerle güçlenen Yunan ordusu Aydın’ı ikinci kez işgal etti. Köşk, Umurlu ve Dörtyol cephesi kurularak olağanüstü cesaretle, donanımlı ve sayıca çok fazla olan düşman kuvvetleri büyük kayıplara uğratıldı. Böylece düzenli ordu kurulana kadar yirmi aylık bir süre düşman kuvvetlerinin Aydın kanadından Anadolu içlerine ilerlemesi engellendi.

Düzenli ordunun kurulması üzerine Yörük Ali Efe, emrindeki savaş deneyimi çok iyi olan büyük bir grubu ile birlikte TBMM Ordusu’na katıldı. Milis Miralay rütbesiyle Millî Aydın Cephesi Komutanı olarak atandı. Savaş sonunda başarılarından dolayı TBMM tarafından Kırmızı şeritli İstiklâl Madalyası ile ödüllendirildi.

Alçakgönüllü bir insandı. Türk Kurtuluş Savaşı’ndaki rolü ile ilgili olarak yapılan övgülere verdiği şu cevabı her zaman hatırlanacaktır:

“Bazı kimseler savaş zamanında yapılan işlerin bir çoğunu bana ve başkalarına mal ederler. Bu yanlıştır. Bir kişinin, beş kişinin böyle büyük davalarda ne ehemmiyeti olur ki? Gönlünde vatan muhabbeti taşıyan her vatansever o günlerde bizim gibi düşünmüş, bizim gibi duymuş, ondan sonra da bizimle beraber olmuştur. Millî mukavemette aslan payını kendine ayırmakta hata vardır. Bir elin sesi olur mu ki?”

Türk Kurtuluş Savaşı’ndan sonra İzmir’e yerleşti. 1928 senesinde, Kurtuluş Savaşı’nda bir süre karargahı olan Yenipazar’a taşındı. 1934 yılında Soyadı Kanunu’nun çıkmasından sonra “Yörük” soyadını aldı. 1951 senesinde, İzmir’de geçirdiği talihsiz bir tramvay kazasında bacaklarını kaybetti. 1951 yılında tedavi için gittiği Bursa’da vefat etti.

Yörük Ali Efe vasiyetinde Yenipazar’da toprağa verilmesini istedi. Ayrıca “Halkı iyidir, toprağı sever, toprağı seven insan sever. Ben orada rahat ederim” dedi.

Kurtuluş Savaşı’ndaki destansı mücadelesi Türk halkı tarafından adına türkü yakılmasına vesile oldu.

SÜTÇÜ İMAM

Sütçü İmam (asıl adı İmam, süt satarak geçimini sağladığı için “Sütçü” lakabı verilmiştir) (d. 1871, Kahramanmaraş – ö. 25 Kasım 1922), Maraş kurtuluş mücadelesini başlatan

Türk direnişçi. Maraş’ta Fransız-Ermeni askerlerine karşı ilk kurşunu atmıştır.

31 Ekim 1919 günü hamamdan çıkan 3 Türk kadına Fransız Ermeni lejyonerleri “Burası artık Türk memleketi değildir. Fransız müstemlekesinde peçe ile gezilmez!” diyerek kadınların peçelerini zorla açmak istemişlerdir. Olaya ilk müdahale eden Çakmakçı Sait; “Gâvur oğulları! Dokunmayın bacılarıma!” diyerek Ermeni lejyonerlerinin üzerine yürür. Üzerinde silahı olmayan Çakmakçı Sait, silahlarıyla karşılık veren işgalciler tarafından yaralanır ve daha sonra ölür. Bu olaya şahit olan Sütçü İmam silahıyla ateş açar ve bir Ermeni lejyon askerini öldürür, bir diğerini de yaralar. 1 Kasım 1919 tarihinde, ölen Ermeni için büyük bir cenaze töreni düzenlenir. Ermeniler ve Fransız askerleri Sütçü İmam’ı aramaya başlayınca Sütçü İmam bir atla Ağabeyli köyüne gider. Ermenilerin ve Fransızların bütün çabalarına rağmen Sütçü İmam bulunamaz. 31 Ekim 1919’da Kahramanmaraş’ta düşmana ilk kurşunu atan Sütçü İmam, Kahramanmaraş’taki kurtuluş hareketini başlatmıştır.

Sütçü İmam, Bertiz bölgesinde Yüzbaşı Muharrem Beyazıt komutasındaki birliğin hazırlıklarına katılır. Olaydan sonra Sütçü İmam ev ev aranır. Ancak hiç kimse nerede olduğu bilgisini vermez. Hatta dayısının oğlu olan Kireççioğlu Kadir’e yerini öğrenmek için işkence yapılır, burnu ve kulakları kesilerek öldürülür. Bir tabutun içine koyularak, vatandaşa gözdağı olsun diye hükûmet meydanında vatandaşlara teşhir edilir.

Maraş’ın kurtuluşundan sonra belediyede odacılık görevi, ardından da bir kalede topçuluk görevi verilir. Kahramanmaraş’ın kurtuluşunda yaşanan Bayrak Olayı yıl dönümü kutlamaları sırasında kimi söyleme göre kalabalıkla kaleye çıkarken kimine göre de 101 pare top atışı yapılırken top aracı çok ısındığı için 21. ya da 22. top atışı sırasında ateş alır ve toptan bir parça alnına saplanır. Hemen hastaneye kaldırılan Sütçü İmam 2 gün yaşadıktan sonra ölür.

ÇETE EMİR AYŞE

Çete Emir Ayşe (d. 1894, İmamköy, Efeler, Aydın – ö. 1967, İmamköy, Efeler, Aydın), Çete Ayşe ya da Efe Ayşe olarak da tanınır, Türk Kurtuluş Savaşı döneminde İstiklal

Madalyası verilen Türk kadın asker.

Kayacık köyünden olan kocası Mustafa ile 1910 yılında evlenmiş ve iki kızı olmuştur. Çanakkale cephesinde asker olan eşinin 1915 yılında cephede çatışarak ölmesi üzerine, evliliği nedeni ile ayrıldığı Aydın’daki köyüne (İmamköy’e) tekrar yerleşmiştir.

Yunanların 1919 yılında, Aydın’ı ilk işgal etmeleri üzerine Aydın Savunması’nda rol almak üzere Yörük Ali Efe grubuna katılmış ve Malgaç Baskını’nda yer almıştır. Aydın’ın Yunanlar tarafından ilk işgali efelerin yardımıyla bertaraf edilmiştir. Bu ilk işgal Çete Ayşe tarafından şöyle anlatılıyor:

“Yunan kuvvetleri Aydın’a geldiğinde İmamköyü’nde idim… On beş gün evvel düşman Nazilli’ye vardı… Dayanamadım martin tüfeğimi aldım çıktım.”

Yunanların, Aydın’ı ikinci işgali üzerine Köşk cephesinde de mücadele etmiştir. Yunan kuvvetlerinin Aydın’dan Anadolu’nun iç kesimine girmesini önlemek için mücadele etmiş, 7 Eylül 1919 ‘a (Aydın’ın kurtuluşuna) kadar Yunanlarla Millî Mücadele’nin sonuna kadar savaşmıştır. Çete Ayşe millî mücadele ile ilgili düşüncelerini de şöyle dile getirmiştir:

“Bazı kadınların içinde bir pehlivan; bazı erkeklerin içinde de, korkaklıklarından dolayı, bir kadın gizlidir. Kemer belindir, çizme ayağın börk başındır. Mademki burası bizim vatanımız; biz de bu vatanın olmalıyız.”

1933 yılında Aydın’da Mustafa Kemal Paşa tarafından kendisine (istasyon meydanında) İstiklâl Madalyası verilmiştir. Çete Ayşe bu anısını şöyle dile getirmiştir.

“O günlerden iki hatıram kaldı. Biri kadınlığımla verdiğim savaş, öteki de rahmetli Atatürk’ün göğsüme taktığı İstiklal Madalyasıdır.”

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanından sonra köyünde yaşamını sürdürmüş, 1967 yılında ölmüştür.

ŞAHİN BEY

Şahin Bey (d. 1877, Gaziantep – ö. 28 Mart 1920), Kuvâ-yi Milliye önderlerinden Türk asker. Antep Savunması’nın önemli isimlerindendir.

Asıl adı Mehmed Said olan Şahin Bey, 1877 yılında Antep’in Bostancı Mahallesi’nde doğmuş olup, babası Abdullah Efendi, annesi Ayyuş Hanım’dır. Küçük yaşta babası öldüğünden dayısı tarafından büyütülmüştür.

            -I. Dünya Savaşı

1899’da Yemen’e asker olarak giden Şahin Bey burada başçavuşluğa kadar yükseldi. 1911 yılında Trablusgarp Savaşı’na gönüllü olarak katıldı. Daha sonra Balkan Savaşları kapsamında Çatalca cephesinde görev aldı. I. Dünya Savaşı’nda önce Galiçya Cephesi’nde, 1917 yılında da Sina ve Filistin Cephesi’nde görev aldı. Buradaki başarılarında ötürü mülâzım-ı sâni rütbesi aldı. 1918 yılında Birleşik Krallık|İngiliz güçlerine esir düştü. 1919 yılı sonlarına kadar esir tutulduktan sonra Mondros Mütarekesi uyarınca serbest bırakıldı. Aynı yıl Harbiye Nezareti tarafından Birecik Askerlik Şubesi Başkanlığı görevine atandı. Daha sonra da bu görevine gitmeden Antep Heyet-i Merkeziyesi’ne başvurdu ve heyet tarafından Kilis-Antep yolu Kuvâ-yi Milliye komutanlığına getirildi.

           -Kuvâ-yi Milliye komutanlığı ve ölümü

Şahin Bey, Kilis-Antep yolunun savunmasını üstlenerek Antep’in savunmasına katkı sağlamak için milis güçlerini organize ederek Antep Savunması kapsamında 1920 yılı başlarından itibaren Fransız güçlerine karşı mücadeleye başlamıştır. Şubat ve Mart ayı başlarında Fransızların Antep üzerine sevkıyatlarını durdurmuş ve bu güçleri geri çekilmeye zorlamayı başarmıştır.

Üstteki Resim: Antep, Mart-1920, Said Şahin Bey (solda) ve Refik (sağda). Şahin Bey birkaç hafta sonra şehit olacak, Refik Ülkümen ise Büyük Taarruz’dan sonra İstiklâl Madalyası ve Teğmen rütbesi alacaktır. Sivil hayata döndükten sonra 1937 yılında Atatürk’ün emriyle adamlarıyla Amanoslar’a çıkıp Fransızların Hatay’dan çekilmesi için uğraşacaktır. Sonrasında ise İskenderun’un ilk Türk Belediye Reisi olacaktır.

24 Mart’ta kalabalık bir Fransız gücü Urfa’ya harekata geçmiş, ancak milis güçleri tarafından konvoyun ilerleyişi durdurulabilmiştir. Ancak Fransızların takviye birlikler ve ağır ateş gücü sonucu Şahin Bey ve diğer Türk birlikleri geri çekilmek zorunda kaldı. 28 Mart’ta kendi komutasındaki birliklerce tutulan Elmalı köprüsünde meydana gelen çarpışmada hayatını kaybetmiştir.

           -Hakkında

Şahin Bey, 1902 yılında Zeynep isimli bir kadınla evlenmiştir. Hayri ve Mehmet Sait adında iki oğlu olmuştur. Asıl adı Mehmet Sait olmakla birlikte, Urfa yolunda gösterdiği mücadeleden ötürü “Şahin Bey” lakabı takılmıştır. Antep Savunması’nda üstün yararlılıklar göstermesi nedeniyle Şahin Bey`in anısına Şahinbey ilçesine adı verilmiştir. Hayatını kaybettiği Elmalı köprüsü yakınlarında, Gaziantep-Kilis karayolunun 28. kilometresinde kendisi için anıt mezar yaptırılmıştır.

Gördesli Makbule

Gördesli Makbule, Manisa’nın Gördes ilçesinde 1902 yılında doğdu. Ailesi kalabalıktı, küçük bir çiftlikleri ve tarım arazileri vardı. Makbule, küçük yaşlarda ata binmeyi ve silah kullanmayı

öğrendi. 12 yaşındayken babası Abdullah Efendi’yi kaybetti. Ağabeylerinin himayesi altında büyüyen Makbule, 1920’de Ustrumcalı Halil Efe ile evlendi. Daha sonra kocasıyla birlikte akıncı olup dağlara çıktı.

Yunan ordusunun 15 Mayıs 1919’de İzmir’i işgal ederek Batı Anadolu’ya doğru ilerlemesi üzerine eşiyle birlikte Kuvayi Milliye emrinde çete savaşlarına katıldı. Bu dönemde Yunan kuvvetlerine ağır kayıplar verdirdi.

İbrahim Ethem Bey, Makbule Hanım’ı şöyle anlatmıştır: ”Kendisi siyah pantolon, ceket ve uzun bir manto giyer, ayağında daima çizme ve başında da siyah başlık ve daima örtülü olup, yalnız gözleri meydanda bulunurdu. Kısa bir Japon filintası taşır ve düşmandan itinam olunmuş güzel bir doru ata biner ve daima müfrezenin dümdarı (artçısı) olarak kalırdı”

Makbule Hanım 17 Mart 1922’de Akhisar-Sungurlu sınırı üzerinde bulunan Kocayayla’da Yunanlılarla girdiği bir çarpışmada başından vurularak şehit oldu. Şehit düştüğünde 21 yaşındaydı.

Makbule Hanım’ın hatırasını yaşatmak için Türkiye genelinde birçok yere adı verilmiştir. İbrahim Ethem Bey, Makbule Hanım’ın cenazesinde şunları söylemiştir: ”22 yaşında olan genç Gördes kızımın gür ve kumral saçları başından ileri yere uzanmış, zalimi düşman kurşununun akıttığı beyni bu uzun saçlar üzerine bir nur gibi akmış, hayat doymak değil, hayatın zevkini henüz tatmaya başlamış ve görmüş, gözleri yarı açık, süzgün ve ağlar bir vaziyette…”

 Nezahat Onbaşı

Milli Mücadele kadın milislerinden (D. 1909 – Ö. 1993). Çanakkale Cephesi 70. Alay Komutanı Hâfız Hâlid Bey, eşi Hadiye Hanım’ın veremden yaşamını yitirmesi üzerine, bırakacak kimsesi

olmadığından 8 yaşındaki kızı Nezahat’ı da yanında cepheye götürdü. Çanakkale’de savaş ortamıyla tanışan Nezahat, alayın İzmit’e nakledilmesinin ardından talimlere katılarak at binmeyi ve silah kullanmayı öğrendi. Babasının yanında cephede yer aldı, çarpışmalara girdi bu yüzden kendisine 12 yaşında “onbaşı” rütbesi verildi.

Halit Bey, komutasındaki 70. Alay ile birlikte Anadolu’da Milli Mücadele’ye katılmaya karar vererek alayı Kuvayı Milliye bölgesine kaçırıp Mustafa Kemal’in emrine verdi. Burada da babasının yanında olan Nezahat Onbaşı, Geyve, Sakarya, Gediz, Birinci İnönü, İkinci İnönü savaşları ile Konya İsyanı’nda görev aldı. 1920 yılında ilk defa asker elbisesi giydi. Cephede Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa ve Çerkes Ethem ile tanıştı. İsmet Paşa, Nezahat Onbaşı’ya “kurmay” unvanı verdi.

Kurtuluş Savaşı’nın devam ettiği günlerde Nezahat Onbaşı’nın öyküsü TBMM’de gündeme geldi. Bursa milletvekili Emin Bey, ilk istiklal madalyasının Nezahat Onbaşı’ya verilmesini önerdi. Buna karşılık İzmit milletvekili Hamdi Namık Bey çeyiz verilmesini, Tunalı Hilmi Bey ise paşalık unvanı verilmesini önerdi. Bu öneriler mecliste kabul edilmesine rağmen savaşın neden olduğu karışıklıkta Nezahat unutuldu. Kendisinin de bu konuda herhangi bir ısrarı ya da müracaatı olmadı. Savaştan sonra babası ile birlikte İstanbul’a yerleşti ve Kumkapı’da açılan Jan Dark Enstitüsü’ne girdi. Bir süre sonra aile kararıyla okuldan alınarak, sonradan Atatürk’ün yaveri olacak Yüzbaşı Rıfat ile evlendi (1931). Eşinin görevi dolayısıyla ailesiyle birlikte sürekli Atatürk’ün yakınında yer aldı; devlet törenlerine, balolara katıldı. 1986 yılında Dolmabahçe Sarayı’nda düzenlenen bir törenle TBMM başkanı Necmettin Karaduman tarafından Nezahat Onbaşı’ya Takdir Beratı (Şükran Belgesi) verildi.

 

Share:
SesVerSus acapella / 0850 888 0 787